Üniversite yıllarımıza geri dönelim, eğer oralardaysak da farkıdalıkla bakalım. hepimizin o sıralarda öğrendiği, her meslektaşımızın aynı umursamazlıkla zikrettiği bir tabir vardır. ne incitici sonuçları olduğunu düşünmeyiz, sürekli insanları şeklen yargılarız. Hatta bunu yaparken de 'mesleğimizin gereği' olduğunu vurgularız.
'Duruş bozukluğu'...
Şimdi bazılarımızın ilk okuyuşta 'Ne alakası var ki?' sorusunu duyuyorum. Sakince arkanıza yaslanın, suyunuzu ya da kahvenizi alın, anlatıyorum. Yeni bir düşünce boyutu açmaya hazırsanız buyrun birlikte açalım.
Enpac öğrencilerimin önüne bir model koydum bir gün eğitimde. Ve kendilerinden gördüklerini açıklamalarını istedim. Bu modele baktıklarında neler gördüklerini, bu modelin bedeninin hangi kısımlarında ne tür gözlemler yaptıklarını sıralamalarını istedim. Beklediğim gibi tamamı, modelin sırtının kifoz, dizlerinin X bacak, belinin düzleşmiş ve kafasının önde olduğunu söyledi. Şaşırmama sebebim hepimizin bu bakış açısıyla eğitilmiş olmamızdı. Ancak üzücü olan, artık dünyadaki ileri seviye fizyoterapi yaklaşımlarında var olan ve pek çok alanda da standart hale gelmiş 'İNSANA ÖZNEL YAKLAŞIM' kalıplarının yakınından bile geçmeyen bu bakışın artık tarafımızdan halka bile öğretilmiş olmasıydı.
Bedene yaklaşımda yargısal bakış açısına sahipseniz, sadece 'HATA' ararsınız. Louis Gifford bu konuya değinen en başarılı yazarlandandır. Patokinesyolojik hata arayıcıların, her türlü ağrının altında bedenin bir yerinde kısalık ya da herhangi bir mekanik sorun arama yaklaşımına dikkat çektiği anlatımında Gifford, zihnimde şimşekler çakmasına sebep olmuştu. Çünkü bunu ben de yapıyordum. Evet, ağrı sistemini hiç tanımıyordum. Sinir sistemi işleyişi ve ağrı türleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve sürekli bir doku gerginliği, bir mekanik aksaklık bulmaya çalışıp hastanın durumuyla bu sorunu eşleştirmek için zihnimde dönüp duruyordum. Elbette okumaya çalıştığım kaynaklar da bu türdendi. Ancak bilmediğimi keşfetmek için yola çıktığımda ilk anladığım bakış açımın ne denli eksik olduğuydu. Ve bunu anlamak beni tam anlamıyla korkutmuştu. Şimdi bu kadar bilgi sandığım kelimenin yerine ne koyacaktım? Yenilerini öğrenmek ne kadar sürecekti? Bu boşluğu nasıl dolduracaktım?
Korkularımın yersiz olduğunu şimdi biliyorum ancak o sırada bilmem imkansızdı. Sizin de işinizi kolaylaştıracak birkaç yöntem oluşturdum bile.
Öncelikle, insanların boyları, kiloları, uzuvlarının şekli şemali, genetik kodlarıyla ve erişkinliğe ulaşma sürecinde etkileştikleri etmenlerle alakalıdır. Herhangi bir bedene o bedende eksik bulmak için bakmakla, sorunu anlamak için bakmak aynı şey değil. İddiamız, insanların yaşamlarını pozitif yönde desteklemek üzerine kurulu bir mesleğimiz olduğu. O halde neden insanlarda eksik arayarak bakıyoruz ki? Önce var oluşlarının öznelliğini kabul etmemiz gerekmez mi? Suçlu bir doku aramaktan çıkıp, semptomu üreten mekanizmayı anlamamız gerekmez mi? Cevabı biliyorsunuz. Bu cevabın ardından aklınıza gelen çok sayıda soru olacaktır. Eğer olduysa doğru yoldasınız. Cevaplar sorgulamalarla bulunur. Hiç sorgulamazsanız hatanın içerisinde olduğunuzu asla fark etmezsiniz.
İnsanların bedenleri, kendilerine özgüdür. Dış görüntüleri ile insanları yargılamak oldukça çağ dışı ve medeniyete aykırı bir görüdür. Fizyoterapistler, mesleklerinin hak ettiği değeri görmesini isterlerken, mesleklerine kendileri de gerekli. değeri kazandırmak adına çabalamaladırlar. Bu mesleki değerler, insani değerlerle örtüşmediği sürece bir tezat oluşturmaktadır. Her insan saygıyı hak eder. Sorun oluşturan fiziksel varyasyonlar dahi, kişilere 'BOZUKLUK' gibi terimlerle aktarılmamalıdır. Duruş varyasyonları, anatomik varyasyonlar gibi pek çok sebepten oluşabilir. Her zaman da kişinin semptomlarının sebebi değildir. Şimdi karar verme zamanı, gerçek bir iletişim uzmanı ve üst düzey bir fizyoterapist mi olmak istersiniz, yoksa klasik yargılayıcılara katılmak mı?
Dünya değişti, iletişim gelişti, bakış boyut değiştirdi. Sıra bizde!
Sakın yapamam sanmayın. Her zaman söylerim, isteyen herkes yapabilir.
Sevgi ve sağlıkla kalın..
Comments